2011 yılında rejim güçlerinin Dera kentinde sivil halka yönelik baskıcı muamelelerinin tetiklediği Suriye krizi, yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan milyonlarca sığınmacının insani dramıyla özdeşleşmiştir. 2012 yılından itibaren yabancı menşeili terörist grupların ülkede görünürlüğünün artmasıyla birlikte kriz kısa sürede etnik, dini ve mezhepsel dinamiklerden beslenen çok katmanlı bir iç savaşa evrilmiştir. El Kaide uzantılarının 2013 yılında Irak’ta DEAŞ adı altında yeniden yapılanması ve gözünü Suriye’ye çevirmesi, iç savaşın vekil terör orduları arasında patlak veren vekalet savaşı boyutlarını tetiklemiştir.
Esad Rejimi ile muvazaalı anlaşmalar yaparak hiçbir kayda değer direnişle karşılaşmadan Suriye’nin kuzeyinde ve doğusundaki geniş bir alanı işgal eden PKK terör örgütünün Suriye kolu YPG ve DEAŞ arasında yaşanan çatışmalar kentleri harabeye çevirirken milyonlarca sivil göç etmek zorunda kalmıştır.
Bu süreçte gerek rejimin ve onu destekleyen İran’a bağlı milis gruplarının baskı ve zulümleri, gerek DEAŞ’la mücadele adı altında ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun sivil yerleşim yerlerini yerle bir eden ağır bombardımanları ve gerekse sahada etkin iki terör örgütü (DEAŞ ve PKK’nın Suriye kolu YPG) arasındaki vekalet savaşları yaklaşık 12 milyon insanı yaşam alanlarını terk ederek göç etmek zorunda bırakmıştır. Bu durum, modern tarihin en büyük mülteci krizlerinden birini yaratmıştır.
Suriyeli sığınmacılar sorunu iki büyük dezenformasyon kampanyasına sıklıkla konu olmuştur. Bunlardan birincisi Batı medyasının insani krizi indirgemeci bir yaklaşımla ‘‘Suriyeli Kürtlerin dramı’’ olarak çerçeveleyen ve PKK/YPG terörünü meşrulaştıran yaklaşımıdır. Sığınmacı sorununa ilişkin yürütülen bir diğer dezenformasyon kampanyası ise; Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin sayıları, bunlara sağlanan ekonomik ve sosyal haklar, sığınmacılardan kaynaklı toplumsal olaylar, sığınmacıların demografik yapıyı bozduğu hususu vb. konularda yürütülen algı yönetimi süreçleri olmuştur.
Batı Medyasının Sınırlı Perspektifi
İç savaşın tetiklediği göçmen sorunu, Suriye krizinin Türkiye’yi en fazla etkileyen boyutu olmuştur. Yerinden edilen insanların 6 milyonu Ürdün, Lübnan ve Türkiye gibi komşu ülkelere sığınmıştır. Krizin zirve döneminde 3.5 milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye, insani krizin önemli bir merkezi haline gelmiştir.
Ancak Batı medyası, krizi çoğunlukla PKK/YPG’nin kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan Suriyeli Kürtlerin sorunları ile sınırlı bir perspektifle ele almış, YPG’nin insan hakları ihlalleri başta olmak üzere iç savaşın diğer boyutlarını göz ardı etmiştir. Bu seçici bakış açısı, krizi Batı’nın jeopolitik ve stratejik çıkarları çerçevesinde yorumlayan çifte standartlı bir yaklaşımın göstergesidir. Bu medya politik yaklaşım, ABD tarafından DEAŞ’la özdeşleştirilen ve ‘‘cihadi selefizmle savaş’’ söylemiyle çerçevelenen Suriye stratejisine de ışık tutmaktadır. Bu bağlamda ABD’nin selefist terörle savaş stratejisine eklemlendirilerek meşrulaştırılan YPG terörü gerçekliğini perçinlemektedir.
Bu dönemde, Suriye’deki mülteci sorununu ve insani krizi adeta “Suriyeli Kürtlerin dramı” şeklinde hikâyeleştiren sorunlu yaklaşım, Batı medyasında ön plana çıkmaktadır. Suriyeli Kürtleri ve PKK/YPG’nin işgal ettiği bölgelerdeki tüm sivilleri etkileyen insani krizin ve insan hakları ihlallerinin önemli bir bölümünün de YPG’nin uygulamalarından kaynaklı olduğu düşünüldüğünde, Batı medyasının meseleyi ele almada izlediği tartışmalı yaklaşımı daha iyi anlamak mümkündür. Batı medyasının Suriye İç Savaşı kaynaklı insani krizin diğer etnik unsurları etkileyen ve hedef alan boyutuna yaklaşımı, Avrupa ülkelerinin yönetebileceği boyutları aşabilecek düzensiz göçmen akını kaynağı olmasıyla sınırlı bir bakış açısına sahiptir.
Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar ve Dezenformasyon
Çoğunluğunu geçici koruma statüsü altında yaşayan Suriyeli sığınmacıların oluşturduğu göçmen sorununu ikircikli yaklaşımlarla sunan Batı medyasının bu perspektifine karşılık, özellikle dijital mecralar üzerinden yürütülen ve Türkiye iç kamuoyunu manipüle etmeye yönelik yoğun bir dezenformasyon göze çarpan diğer bir gerçekliktir. Bu bağlamda Suriyeli sığınmacılar dezenformasyon ve sosyal gerilimlerin ilgi alanı haline gelmiştir.
Sosyal medya platformları, sığınmacıların sayıları, bunlara sağlanan ekonomik ve sosyal destekler ile suç olaylarına karışma oranları gibi konularda abartılı iddialarla dolup taşmıştır. Örneğin, Birleşmiş Milletlerin göçmen ve mülteci politikaları ile ilgili birimlerince ve Türkiye’nin resmi kurumlarınca mülteci sayılarının 3,5 ila 4 milyon arasında olduğuna ilişkin istatistikler ortaya konulmasına rağmen, bu sayının 10 milyonu aştığına dair iddialar gerek konvansiyonel medyada gerek dijital medya mecralarında hızla yayılmıştır.
Ekonomik, Sosyal Destek Mitleri ve Demografik Korkulara İlişkin Dezenformasyon
Sıklıkla dile getirilen bir iddia, Suriyeli mültecilere Türk vatandaşlarının yararlanamadığı orantısız ekonomik ve sosyal destekler sağlandığıydı. Bu iddialar, özellikle COVID-19 pandemisi gibi ekonomik zorluk dönemlerinde, enflasyon nedeniyle orta ve düşük gelir gruplarının ciddi sorunlar yaşadığı zamanlarda daha fazla yankı bulmuştur. Bu dezenformasyon, toplumsal huzursuzluğu ve kutuplaşmayı arttırıcı bir etki oluşturmuştur.
Bir diğer dezenformasyon kampanyası, Suriyeli mültecilerin ülkelerine asla dönmeyeceği ve yüksek doğum oranları nedeniyle Türkiye’nin demografik yapısını olumsuz yönde değiştireceği yönündeydi. Bu tarz iddialar dijital platformlarda yayılarak uzun vadeli kültürel ve sosyal değişimlerle ilgili toplumsal kaygıları körüklemiştir.
Sonuç: Baas Rejiminin Çöküşü ve Suriyeli Sığınmacıların Onurlu Dönüşü
Suriye krizinin karmaşıklığı, sadece siyasi ve askeri çatışmalardan değil, aynı zamanda milyonlarca insanın yerinden edilmesiyle şekillenen insani bir boyuttan kaynaklanmaktadır. Baas rejiminin hızlı çöküşü, yalnızca Suriye’nin siyasi tarihine damga vurmakla kalmamış, aynı zamanda sığınmacı meselesinin dinamiklerini köklü bir şekilde değiştirmiştir.
27 Kasımda başlayan ve 12 gün içinde İdlib, Halep, Tel Rıfat, Hama, Humus ve Şam gibi önemli şehirlerin muhaliflerin kontrolüne geçmesiyle sonuçlanan operasyonlar, 61 yıllık Baas rejiminin sonunu getirmiştir. Rejime ait hapishanelerin ve işkence merkezlerinin gün yüzüne çıkan kan dondurucu görüntüleri, yıllarca ülkelerinden uzak kalmayı ve nefret söylemlerinin hedefi olmayı göze alan milyonlarca sığınmacının hangi akıbetten kaçtığını gözler önüne sermiştir.
Sınırlı bir kesimin söylemi olarak da olsa hafızalara kazınan, ‘‘Suriyeli sığınmacıları otobüslere doldurup sınırın diğer tarafına atmak…’’ şeklinde formülize edilen mesnetsiz senaryolar göçmen dezenformasyonları eşliğinde dijital mecraları ve siyasi sahneyi epeyce işgal etmiştir. Ancak rejimin ve hamilerinin korku ve dehşet sarmalı ekseninde ayakta tuttuğu kirli diktatörlüğün hızlı yıkılışı, dezenformasyon kampanyalarına dayalı manipülatif anlatıların da çökmesine neden olmuş, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönüşleri hız kazanmıştır.
Göç İdaresi Başkanlığı verilerine göre, Suriyeli sığınmacı sayısı geri dönüşlerle birlikte 2 milyon 900 binlere gerilemiştir ve bu eğilim rejimin çöküşü sonrasında artarak devam etmektedir. Mobil hizmet ünitelerinin sınır kapılarında organize ettiği toplu dönüşler, uluslararası toplumun desteklediği güvenli ve onurlu dönüş ilkesine uygun bir şekilde gerçekleşmektedir.
Bu gelişmeler, Suriye krizinin çözümüne yönelik uluslararası iş birliği ve yerel aktörlerin koordinasyonunun önemini bir kez daha ortaya koymuştur. İnsani krizlerin çözümü, yalnızca politik değişimlerle değil, aynı zamanda dezenformasyonla mücadele ve sığınmacıların güvenli dönüşlerine yönelik somut adımlarla mümkündür. Suriye’deki bu dönüşüm süreci, bölgesel istikrar ve uluslararası toplumun göç yönetimi stratejileri için önemli ipuçları içermektedir.