Uluslararası kuruluşlar dahil olmak üzere yardım sağlayan örgütlerin istatistikleri, dünya genelinde insani yardım alanların büyük bölümünü Müslümanların oluşturduğunu göstermektedir.
Bu yalın gerçeğin sahip olduğu önem açık ve giderek artıyor olduğu halde, konu bugüne kadar yeterince incelenmemiştir. Yardım alanların tamamına, aralarında hiçbir fark olmayan insan topluluğu olarak bakılamayacağı için durumun hassasiyeti ortada, üstelik Batı’nın Müslüman âlemiyle arasındaki gergin ilişkiler nedeniyle söz konusu önem giderek artmaktadır.
Yakın zamanlara kadar, Birleşmiş Milletler (BM) kuruluşları ve Uluslararası Kızılay/Kızılhaç Dernekleri benzeri insani yardım çevrelerinin yaptıkları yardımın dışında, Batı’nın Müslümanlara ulaşmasını sağlayan bir araç mevcut değildi. Ne var ki son dönemlerde yaşanan olaylar sonucunda durum değişti. Müslüman âleminin, uluslararası yardım ortamında bağışçı ya da paydaş olarak etkin biçimde yer alacak güçten ve birlikte hareket edebilecek örgütlenme yeteneğinden yoksun bir görüntü sergilediği öne sürülmekteyse de bu algı artık kapsamlı biçimde değişmeye başlamıştır.
Değişim 2003 yılı Ağustos ayında, Bağdat’ta yaşanan ve BM Genel Sekreter Yardımcısı Sergio Viera de Mello ile yirmi bir BM çalışanının hayatını kaybettiği ve Birleşmiş Milletlerin 11 Eylül’ü olarak adlandırılan olay sonrasında, iyice görünür hale gelmiştir. Söz konusu trajedi, yardım sağlayan çevrelerin Batı’yla gereğinden fazla yakın oldukları ve insani önceliklerden taviz verdikleri yönündeki algıdan dolayı, militan İslami çevreler için bir hedef teşkil ettiklerini, insani yardıma her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulan bir dönemde açıkça ortaya koymuştur.
Batı’ya Yönelik Muhalefet
İnsani yardım çevreleri kendilerini Batı’nın ahlaki ve toplumsal başarısızlıklarına yönelik kapsamlı bir eleştiri ve Batı’yla ilişkilendirilen tehlikelere dayalı yoğun bir nefret ortamında buldular. Batı’nın günümüzdeki muhalifleri arasında köktenci Hindular, dinlerini yeniden keşfeden Hıristiyanlar, Neo-Marksistler ve küreselleşme karşıtları yer almaktadır. Bu nedenle Batı karşıtı tutumu küçümsemek ya da bunu basit İslami bir tepki olarak değerlendirmek doğru değildir. Kimi yazarların ifadesiyle söylenecek olursa, “Oksidantalizm” (Batı düşmanlığı) Batı’ya karşı duyulan derin bir nefretle kendini görünür kılmaktadır ancak günümüzdeki temsilcilerinin büyük kısmı Müslüman olsa da Oksidantalizmin kökleri İslamiyet’te değildir. Yozlaşmış ve tehlikeli Batı algısının, İslami çevrelerde yaygın olduğu söylenebilir ancak Batı’ya ve Batılı hedeflere şiddet uygulanması gerektiği şeklindeki düşünce için aynı durum geçerli değildir.
İnsani yardım alanların büyük bölümünün Müslüman olmasının bir anlamı var mı? Açıkça söylemek gerekirse, bu durumun özel bir anlam taşımaması gerekir zira insani yardım, yardıma muhtaç olanların dinsel tercihleri ya da sahip oldukları diğer özellikler göz önüne alınmaksızın, onların ihtiyaçlarının önceliği temelinde sağlanır. Üstelik tıpkı doktorlar gibi insani yardım sağlayanlar da ihtiyaçları tam olarak karşılayabilmek için karşılarındakinin, yani yardım alacak olan insanların, kim olduklarını iyi bilmek durumundadır: kimliklere bakarak karar vermemek, kimliklere karşı kör olmayı gerektirmez.
Yardım eylemi mevcut ekonomik ve toplumsal ilişkileri, dolayısıyla da ulusal politikayı da etkilediği için yardım alan toplumda değişikliğe neden olur. Bu anlamda, insani yardımdan hangi toplumların ve grupların nasıl etkilendiğini değerlendirmek ve aşağıdaki soruları yanıtlamak gerekir.
İnsani yardımdan faydalanan Müslümanlar kimdir ve ne istiyorlar? Aç ve yoksul insanlar tehlikeli midir? Mevcut terör faaliyetleriyle bir bağlantıları var mıdır? Yoksulluk ve açlığı, güvenlik açısından doğrudan tehdit oluşturan unsurlar olarak görmek ve ihtiyaç içerisinde bulunanlara yardım etme yükümlülüğünün yerini, tehlikeli olanların teskin edilmesine bırakması gerektiğini vaaz etmek, sorunun,
1 Özgün adı; Humanitarianism and the Muslim World olan makaleye https://sites.tufts.edu/jha/archives/52#fn-1187829376734 adresinden ulaşılmıştır.
Batı’nın “terör”le olan savaşının tam göbeğine oturtulması anlamına gelmez mi? Etkin kültürel ve siyasi bağlantıların tesis edilmesinde insani yardım faaliyetleri ne ölçüde başarılı olabilir? İnsani yardım siyasi bir araç olarak kullanılabilir mi? Yoksa herkesin yararına olacak biçimde, yani insan yaşamını kurtarmak ve acısını dindirmek amacıyla hayata geçirildiğinde sonuçlar daha mı etkilidir? İşçi dövizleri ve İslami hayır işleri için gerçekleştirilen daha kapsamlı para transferleri göz önüne alındığında, insani yardımın kaynak aktarımı bağlamında taşıdığı önem nedir? İnsaniyetçi yaklaşımın Müslümanlarla temas konusundaki tutumu nedir? Köktenci İslamcılardan kaynaklanan tehlikeye karşı, insaniyetçi yaklaşım nasıl bir tavır takınmaktadır ve Bağdat’ta 2003 Ağustos’unda yaşananlardan sonra ne kadar yol alınabilmiştir? İnsaniyetçilik ya da onun Batı etkisinde olan biçimi artık eskisi kadar itibar görmemekte midir?
Bu sorulara şöyle yanıt verelim. “Medeniyetler çatışması” penceresinden yorumlansa bile, İslamiyetin uluslararası ilişkilerde insaniyetçiliğe yönelik ortak bir kabulü olduğunu zira savaş hukuku, sivil halkın durumu, iltica, sığınma ve hayır işleri dâhil olmak üzere insaniyetçiliğe özgü temel ilkeleri onayladığı açıktır. İkincisi, insaniyetçilik çatışmaları hazmetme kapasitesine sahiptir ve bizim dünyayı işbirliği mi yoksa çatışma penceresinden mi yorumladığımız konusuna kayıtsızdır: İnsaniyetçilik bütün kültürlerde kabul görür ve kültürler arasındaki boşlukları giderme, başka bir deyişle köprü olma amacındadır. Dolayısıyla, insaniyetçiliğin evrensel anlamda kabul görerek uygulanması gerektiğini öne süren görüş, doğru bir görüştür. Elbette ki dönem dönem yeni güçlüklerle karşılaşılabilir: İslami argümanları kullanan şiddet yanlılarının güçlenmesi bu sıkıntıların biri, bunun giderek yayılması ise bir başkası olabilir. Sıkıntılarla karşılaşılması önemli bir husustur ve onlara uygun tavırlar geliştirilmesi gerekecektir ancak İslamiyetin ortaya koyduğu değerlerin, evrensel anlamda kabul edilemez olduğunu ya da ortaya çıkan yeni sorunları çözebilecek yetiden yoksun olduğunu söylemek doğru değildir.
Yardım Edilen Müslümanlar Ne İstiyorlar?
İnsani yardım çevreleri yardım alanların beklentilerini, hassasiyetlerini ve elbette ki sayılarını bilmek durumundadır. Nüfusunun büyük bölümünü Müslümanların oluşturduğu ve geniş kapsamlı insani yardım programı ve operasyonlarının yürütüldüğü ülke sayısı gerçekten çarpıcıdır. Birleşmiş Milletler istatistiklerine bakıldığında acil yardım, kalkınma programları ile mülteci operasyonları gibi bütün kategorilerde yardım edilen Müslümanların sayısının diğer dinlerin mensuplarından daha fazla olduğu görülmektedir. İnsani yardım kuruluşları yardım ettikleri insan topluluklarının dinsel tercihlerine ilişkin herhangi bir kayıt tutmazlar. Ancak yine de BM Kalkınma Programı’nın son beş yıllık verilerine göre, yardım edilen toplam 97 milyon insanın yüzde 49’unu İslam Ülkeleri Örgütü’ne üye ülkelerin vatandaşları oluşturmaktadır. Yani, bu dönemde doğrudan insani yardım alan Müslümanların sayısının elli milyonu rahatlıkla geçtiği anlaşılmaktadır.
Kim, nerede ve kaç kişi sorularının dışında, bilinmesi gereken bir diğer husus ise yardım alanların beklentilerinin ne olduğudur. Yardım alanların ne istediklerini yardım operasyonunun başlangıcında bilmek gerçekten mümkün müdür? Peki, bu insanlar operasyonun ileriki aşamalarında nelerin temin edildiğinden haberdar mıdır? Yardım sağlayanlarla yardım alanlar arasında herhangi bir evrede, yardımı ilgilendiren konularda bir uzlaşmaya varılmakta mıdır?
Uluslararası insani yardımdan faydalananların kim oldukları ve ne istediklerinin belirlenmesi yönünde bugüne kadar pek çaba gösterilmemiştir. Eğer bu insanlar arasında okuduğunuz makalede iddia edildiği gibi, önemli sayıda Müslüman varsa, ortada birleşik veya yekpare bir Müslüman dünyası olmadığı için, değinilen durumun başka sonuçları söz konusu demektir. Diğer görüşleri ve yorumları dışarıda bırakarak, ortamı domine eden bir Müslüman kimliğinden söz etmek mümkün değildir. Günümüz Müslüman toplumlarına ilişkin olarak yapılacak herhangi bir yorum, Müslüman dünyasının bir kısmının şiddet içeren bir sarmalda bulunduğunu ve Batı ile ilişki gerektiren herhangi bir konunun, ılımlıdan aşırıya varan geniş bir yelpazede tepki doğuracağı gerçeğini hesaba katmak durumundadır. Eğer insani yardım alan Müslümanların ortak bir noktası aranıyorsa, bu yaşadıkları yoksulluk ve huzursuzluktan başka bir şey değildir.
Huzur ve Güvenlik Açısından Açlık Ne Tür Bir Tehdit Yaratır?
Genel anlamda bakıldığında, açlık ve güvenlik arasında bir ilişki olduğu açıklıkla görülebilir: Ürün kayıpları ülkelerin ekonomisi ve o ülkenin kendine yeterliği konusunda sahip olduğu algı üzerinde önemli etkiye sahiptir. Kritik gıda stok seviyesi oldukça gerileyen bir ülke, pekâlâ kendini güvensiz hissedebilir, kuraklık nedeniyle insanlar göç etmek zorunda kalabilir ve bunun neticesinde bölgenin istikrarı üzerinde tahmin edilemeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Genel kabul gören ekonomik analizler bu durumu doğrulamaktadır. Halkın temel ihtiyaçlarını karşılayamayan devletler şiddet ve terör yuvasına dönüşebilirler. Dolayısıyla, yoksulluk, açlık ve hastalıkların ortadan kaldırılması konusuna önem verilmesi gerektiği açıktır. Yoksulluk ortadan kaldırıldığında, toplumsal barış ve güvenliğin daha kolay sağlandığını gösteren örnekler çoktur. BM 2005 yılı İnsani Gelişim Raporu, kişi başı 600 A.B.D. Doları gelire sahip ülkelerin iç savaş yaşama olasılığının, kişi başı 250 A.B.D. Doları gelire sahip ülkelere kıyasla yarı yarıya düşük olduğunu göstermektedir. Bu analizler ortak bir noktayı öne çıkarmaktadır: Yakın bir tehlike değil, tehlikeli bir gidişat mevcuttur.
Öte yandan, açlık, şiddet ve güvenlik arasında doğrudan bir bağlantı bulunduğunu ve bunun yakın bir tehlike yaratmaya müsait olduğunu öne süren gözlemciler de var. Ben bu görüşün yanıltıcı olduğunu düşünüyorum. Eğer bu önerme doğru olsaydı, dünyadaki yaklaşık 800 milyon aç insandan dolayı herkes reel bir tehlike içerisine girerdi. Asya ve Afrika’daki yoksul insanlar konusunda sahip olunan tecrübe farklı bir duruma işaret etmektedir. Yapılan yardımların büyük bölümü, sahip oldukları kaynakların yok olması neticesinde mutlak açlık sınırında olmasalar da çok ciddi sıkıntılar yaşayan insanlara gitmektedir. Bu koşullar altında yaşayan insanların silaha sarılma ihtimali düşüktür. Bu insanların elini kolunu bağlayan yalnızca yoksulluk değildir. Geleneksel toplumlarda açlık ve hastalıklar stoacı bir yaklaşımla yorumlanır. Bunun nedeni, belki de bunların, mücadele etmenin fayda etmeyeceği Allah’ın verdiği kararlar olduğu yönündeki kabuldür. Modern eğilime sahip kimseler aç kaldıklarında bu durumu protesto edebilirler ancak yoksulluğu büyük bir sabır ve sessizlik içerisinde, metanetle kabullenen kırsal kesim insanları açısından protesto pek bildik bir yöntem değildir. Kimi bölgelerde görülen açlık kaynaklı isyanlar, büyük ölçüde kentsel bir olgudur. Kurulu düzen açısından en büyük tehlikeyi oldukça farklı bir çevre olan, hali vakti yerinde eğitimli seçkinler yaratır ve bunları yoksul halk yığınlarıyla karıştırmamak gerekir.
Yine de yoksulluk konusunda bir şeyler yapabilmenin zor olduğu ve insani yardım örgütlerinin kaynak bulma konusunda yaşadıkları sıkıntılar göz önüne alındığında, açlık ve yoksulluğu güvenlikle ilişkilendirme ve de buna İslami bir boyut katma konusunda kuvvetli bir eğilim olduğu görülmektedir. Ne var ki aç bir insanı öfkeli bir insan olarak görmek, insaniyetçiliğin temel ilkelerinin göz ardı edilmesi riskini ve gerçekten ihtiyacı olanlara yardım etmek yerine onları teskin etmeye çalışma tehlikesini beraberinde getirebilir. Son söylediğimiz husus siyasi bir hedeftir ve aslına bakılırsa liberal iktisatçılar bile o kadar ileriye gitmezler. İnsaniyetçiliğin temel ilkelerinin siyasi hedeflerden dolayı bir an için bir kenara bırakılabileceğini varsaydığımızda, yardımın bir politika aracı olarak ne kadar işlevsel olabileceğini soralım?
Son olarak, açlık ve yoksulluğun barış açısından ne tür bir tehlike yarattığını da soralım? Savaşların açlığa neden olduğu kesindir, peki açlık çatışma ve savaşa neden olur mu? Bu sorunun yanıtı evetse, açlığın önlenmesiyle çatışmaların da sonu getirilir ve örneğin, Sudan’daki çatışma uzun zaman önce ortadan kaldırılmış olurdu. Savaşın daha derin, siyasi başka gerekçeleri var. Savaşların ve yarattıkları sonuçların açlık ve yoksullukla bağlantılı olduğu düşüncesi, gıda maddelerinin arzında sık sık manipülasyon yaşanmasına, bu ise insanların çektiği acılar bağlamında trajik sonuçlara neden olmuştur. Ne var ki bu müdahaleler savaş ve çatışmaların seyri üzerinde pek etki yaratmamıştır.
Özetlenecek olursa, yoksulluk, açlık, güvenlik ve barış birbirleriyle pek çok bakımdan ilintili olsa da aralarında doğrusal bağıntı bulunduğunu varsaymak fazla indirgemeci bir yaklaşımdır. Yoksulluğun ortadan kaldırılması siyasi ve ekonomik istikrar üzerindeki riski de uzun vadede kaldırabilir. Ancak yoksulların tehlikeli olduklarını öne sürmek ve bu varsayıma dayanarak harekete geçmek farklı bir şeydir. Yoksul ve savunmasız insanlara insani gerekçelerle yardım götürülmesi gerekir, yoksa güvenlik endişesiyle değil. İşte bu yalın gerekçeden dolayı, insaniyetçilik temelinde yürütülen faaliyetler siyasi amaçlara ulaşmak için kullanılamazlar.
Bir Siyaset Aracı Olarak İnsaniyetçilik
Siyasi amaçlara ulaşmak için insaniyetçiliğin kullanılmasının önünde, bizatihi insaniyetçilik olgusundan kaynaklanan en azından dört gerekçe var: (i) insani yardım genellikle yavaş gerçekleşir: acil durumlarda kullanılacak kaynaklar ihtiyaç duyulduğu anlarda mevcut değildir ve her afet ya da kriz sonrasında o duruma özel olmak üzere yaratılmaları gerekir. Larry Minear ve Ian Smillie’nin deyişle, “Uluslararası yardım mekanizması, gönüllü itfaiye teşkilatı işletmeye benzer. İtfaiyeciler yangını söndürmek üzere harekete geçmeden önce itfaiye araçlarını, su hortumlarını ve hatta suyu temin etmek zorundadırlar.” (ii) neredeyse hemen her yardım operasyonunda yardım paketi ayni ve nakdi denge başta olmak üzere gıda, barınma, sağlık malzemeleri ve benzeri konularda dengesiz bir özellik taşıdığı ve iletilen yardım nihai olarak ihtiyaçları tam olarak karşılayamadığı için, yardım sistemi istenilen oranda etkin değildir. BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’nin (OCHA) büyük afetler için yayımladığı yardım çağrıları bu tespiti doğrulamaktadır. Belirlenmiş olan ve kamuoyuna iletilen ihtiyaçlar arasında su, barınma ve sağlık malzemelerine yönelik olarak yapılan yardımlar yetersiz kalırken, gıda ihtiyacı için çoğu zaman gerekenden fazla destek verilmektedir. (iii) insani yardımlar süreklilikten yoksundur: akut evreden sonra gelen iyileştirme ve geliştirme evrelerine kadar süren uluslararası yardım operasyonlarının sayısı ne yazık ki çok azdır. Yani yardım sayesinde, insanların ölmeleri önlenmekte ancak yardıma muhtaç olmadan yaşayabilmeleri ve gelecekte aynı konuda yeniden sıkıntı çekmelerini önleyebilecek bir duruma gelebilmeleri için destek verilememektedir. (iv) insani yardıma ilişkin düzenlemeler sayesinde insan haklarının öne çıkarılması konusuna istenildiği oranda destek olunamamaktadır. Sonuç olarak, savunmasız insanların karnı doyurulup, onlara daha iyi barınma imkânı sağlanırken korunma ve haklarını kullanma konularında yetersiz kalınmaktadır. Dahası bizzat insani yardım eylemi, yardım alan insanları saldırılara daha açık hale getirmekte ya da onları bu hale düşürenlerin ellerini güçlendirmektedir. İşte tüm bu nedenlerden dolayı, geniş bir yelpazede etki yaratıyor olması, insani yardımı bir siyaset aracı yapmaya yetmez.
Toparlarsak, insani yardımın kendisi bizzat bir amaçtır ve uygun şekilde verilirse, bağış yapanın sahip olduğu “yumuşak gücü” artırabilir. Geniş kapsamlı etkilere sahip olması onun etkin bir siyaset aracı olarak kullanılması için yeterli değildir. İnsani yardımın insanların güvenliğini sağlayacağını, gelişime yönelik ilerlemeyi temin edeceğini ve çatışmaları önleyeceğini ummak hele de uluslararası ilişkilerin gergin olduğu durumlarda gerçekçi değildir ve güven tesis etmek bir yana, şüpheleri daha da derinleştirebilir.
Batı ve Müslüman Dünyalarındaki Yardım Anlayışı
Mevcut haliyle uluslararası insani yardım, büyük ölçüde Batı kaynaklarına dayalıdır ve bu yardımların önemli bölümünü gıda desteği oluşturur. Ancak alışageldik Batılı yardım kategorilerine girmeyen önemli yardım yöntemleri de mevcuttur. Bunların en kayda değer olanlarını Müslüman toplumlarda görülen hayır amaçlı yardımlar (zekât, sadaka ve vakıf yardımları) ve işçi gönderileri oluşturur. Değinilen türden yardımlarla çağdaş anlamdaki insani yardım kavramının birebir örtüştüğü söylenemez. Genel anlamda bakıldığında, zekâtın yalnızca Kuran’ın 9. sure, 60. ayette tanımlanan Müslüman faydalanıcılara yapılan zorunlu bir ödeme olduğu, dolayısıyla da günümüzde anlaşıldığı şekliyle insani yardım kavramının eşiti olmadığı öne sürülebilir. Öte yandan, kendiliğinden yapılan bağış anlamına gelen ve kişinin Müslüman ya da gayri-Müslim olduğuna veya konumuna bakılmaksızın verilebilen sadaka, günümüzdeki insani yardım kavramına oldukça yakındır.
Vakıf yardımları, müessese tesisi ve mülkten elde edilen gelir konularını içerdiğinden bu sınıflamaya pek dâhil edilmezler. Müslüman toplumlarda filantropik amaçlı (kamu yarı gözetilerek) yapılan yardımlara dair güvenilir istatistikler mevcut değildir. Kimi araştırmacılar yıllık 250 milyar ile bir trilyon A.B.D. Doları aralığında bir rakamdan bahsetseler de bu oldukça kaba bir tahmindir. Bazı vakıfların gerçekten çok zengin olduğu doğrudur ancak özellikle de devlet yetkililerinin bir biçimde elinde bulunan vakıfların çoğunun kötü yönetildiği bilinmektedir. Pek çok ülkede bir reform sürecinden geçen bu vakıfların, çağdaş iş yaşamı koşullarına uyumlandırıldıklarını söylemek mümkün değildir.
Yurt dışında çalışan işçilerin döviz gönderileri konusunda daha sağlam bilgiler mevcuttur. Dünya Bankası’nın rakamlarına göre, döviz gönderileri 2004 yılında 125 milyar A.B.D. Dolarına ulaşmıştır ki bu insani yardım için dünya genelinde harcanan toplam rakamdan çok daha fazladır. Üstelik işçi gönderileri ve yoksulluğun azaltılması arasında dolaysız bir ilişki de söz konusudur. İşçi gönderileri kriz dönemlerinde yaşanan geçici yoksullukla mücadelede kullanılan etkin bir araç konumundadır ve hane halkı gelirinin artmasını sağlayan döviz gönderisi, yoksulluğun azaltılmasına doğrudan etki eder. Bu nedenle, işçi gönderilerini de “yardım” kategorisine soktuğumuzda, kaynak kavramını farklı biçimde yorumlamak mümkündür. Başka bir deyişle, bu bir metodoloji meselesidir.
Mevcut durumu olduğu gibi kabul edip bağışçı, ortak ya da destekçi rollerini olumlu yönde geliştirebilecek politikalar benimsemekten uzak duran Müslüman ülke hükümetlerinin üzerine düşen görevler olduğu da açıktır. Bu gruba özellikle uluslararası kuruluşları, Batılı “ajanlar” olarak gören ve onların yürüttüğü faaliyetlere sembolik destek veren ülkelerin hükümetleri dâhildir. Dolayısıyla, insani yardım örgütlerini, Batı güdümünden kurtarmak ve mevcut durumu bir emrivaki gibi görmekten vazgeçmeyi sağlamak amacıyla Müslüman ülke hükümetlerinin yapması gerekenler olduğu söylenebilir.
Sonuç
Bu makaledeki temel argüman insani yardıma ilişkin olan ve çoğu zaman göz ardı edilen dört özelliğe dayalıdır. İnsani yardım alanların büyük bölümü Müslümanlardan oluşur; yardımı büyük ölçüde gıda kalemleri oluşturur; insani yardımın hayata geçirilmesinin önünde engeller mevcuttur ve uluslararası insani yardım, büyük ölçüde Batılı tarz ve yaklaşımla gerçekleştirilmektedir. Bütün bu özellikler insaniyetçilik uygulamalarını etkiler. Buna karşın insaniyetçiliği, hayata geçirildiği belirli ve gerçek anlamda zorlu koşulları göz ardı ederek, soyut bir biçimde değerlendirme yönünde bir eğilim olduğunu da söylemek gerek.
Eğer yardım alanların büyük bölümünü Müslümanlar oluşturuyorsa, böylesi büyük bir çevrenin yarattığı risklerin ve sunduğu fırsatların, ortada tek biçimli ya da birleşik bir İslami pratik bulunmadığı gerçeği göz önüne alınarak daha yakından incelenmesi gerekir. Batı’nın yardıma ayırdığı kaynaklar artan ihtiyaçlar yüzünden yetersiz kalıyorsa, Müslüman ülkelerde görülen hayır işleri uygulamaları ve işçilerin gönderdiği dövizler gibi Batılı olmayan kaynakların ele alınması vakti gelmiş demektir.
Özetle, insani yardım uygulamalarının ve bunlara ilişkin temel gerçekliklerin, yani yardım alanların kompozisyonunun, yardım kaynaklarının niteliklerinin, insani yardımın hayata geçirilmesinin önündeki engellerin ve de uluslararası insani yardımın günlük uygulamaları üzerinde Batı’nın sahip olduğu etkinin, kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, insani yardıma yönelik tehditlerin militan İslami çevrelerden olduğu kadar, insani yardım anlayışının üzerinde inşa edildiği temellerin yeterince incelenmemiş olmasından da kaynaklandığı görülecektir.
Masood HYDER
Çeviren:
Kamil KURTUL, Kırıkkale Üniversitesi, Öğretim Üyesi ( Doç. Dr.)
Kaynakça
- Alterman, Jon B. with Hunter, Shireen and Phillips, Ann L. “The Idea and Practice of Philanthropy in the Muslim World”, PPC Issue Paper No 5, Bureau of Policy and Program Coordination, The Muslim World Series, USAID, Washington DC, Aug 2005.
- Benthall, Jonathan. “Humanitarianism and Islam after 11 September” in Macrae and Harmer (eds) “Humanitarian Action and the ‘Global War on Terror’: A Review of Trends and Issues,” Humanitarian Policy Group Report 14, Overseas Development Institute, July 2003.
- Boutros-Ghali, Boutros. “An Agenda for Peace: Preventive Diplomacy, Peacemaking and Peacekeeping,” Report of the Secretary-General pursuant to the statement adopted by the Summit meeting of the Security Council, United Nations, New York, January 31, 1992.
- Buruma, Ian and Margalit, Avishai. Occidentalism: The West in the Eyes of its Enemies, The Penguin Press, New York, 2004.
- deWaal, Alex “Towards a comparative political of disaster prevention” Journal of International Affairs. New York: Spring 2006. Vol.59, Iss. 2, pp.129-150
- Donini, Antonio “Western Aid Agencies don’t have a Humanitarian Monopoly” Humanitarian Affairs Review, Autumn 2004, pp 12 – 15.
- Donini, Antonio; Minear, Larry; Smillie, Ian; van Baarda, Ted and Welch, Anthony C., Mapping the Security Environment: understanding the perceptions of local communities, peace support operations and assistance agencies. Feinstein International Famine Center. Tufts University, Medford, Ma. June 2005.
- UN Department of Security and Safety, communication to the author, February, 2007.
- El Fadl, Khaled Abou The Place of Tolerance in Islam, edited by Joshua Cohen and Ian Lague. Beacon Press, Boston, 2002
- Encyclopedia of Islam, vol. 8 (1995) and vol. 11 (2002),
- UN High Level Panel on Coherence (HLPC). “Delivering as One: Report of the Secretary-General’s High-Level Panel on UN System-wide Coherence in the Areas of Development, Humanitarian Assistance, and the Environment, United Nations,” New York, 9 November 2006.
- Human Development Report (2005), United Nations Development Programme, New York, 2005
- Huntington, Samuel P. “The Clash of Civilizations?” Foreign Affairs, Summer 1993.
- Hyder, Masood (2007): Interviews with staff of UN ExCom agencies, 2004 – 2007, in Beijing, Geneva, Jakarta, New York, Rome and Washington DC.
- Indian Embassy communication to WFP Country Director, Sudan, 25 September 2001.
- Macrae, Joanna “Understanding Integration from Rwanda to Iraq” Ethics and International Affairs, New York: 2004. Vol. 18, Iss. 2, pp. 29 – 35.
- Macrae, Joanna and Leader, Nicholas “Shifting Sands: The Search for Coherence between Political and Humanitarian Responses to Complex Emergencies” Humanitarian Policy Group Report 8, Overseas Development Institute, August 2000.
- Mamdani, Mahmood “Good Muslim, Bad Muslim: A Political Perspective on Culture and Terrorism” American Anthropological Association 104 (3), 776 – 775, 2002.
- Morton, David “Steep learning curves in the DPRK” in Larry Minear and Hazel Smith (eds), Humanitarian Diplomacy, pp 194 – 214, United Nations University Press, Tokyo, 2007
- Maimbo, Samuel Munzele and Ratha, Dilip (Eds), Remittances: Development Impact and Future Prospects, the World Bank, Washington DC, 2005
- Minear, Larry The Humanitarian Enterprise Kumarian Press, Ct. 2002, p.209.
- Nye, Joseph Soft Power: The Means to Success in World Politics, Public Affairs Books, New York, 2004.
- Obasanjo, Olusegun “Poverty’s Handmaiden” The Guardian, 23 June, 2005; see also his op-ed in The Toronto Star, 20 July, 2005
- Sachs, Jeffrey D. The End of Poverty: Economic Possibilities for Our Time. New York: The Penguin Press, 2005.
- Smith, Hazel. Hungry For Peace, USIP, Washington, DC, 2005
- OCHA, www.globalhumanitarianassistance.org, chapter 2.4.1 (March 2007).
- Security Council, “Africa’s food crisis as a threat to peace and security” 5220th meeting, 30 June 2005, S/PV.5220
- Roy, Olivier Globalised Islam, Hurst/Columbia, 2005
- Savage, Kevin and Harvey, Paul. Remittances During Crises: Implications for humanitarian response, HPG Report 25, Overseas Development Institute, London, May 2007
- Sen, Amartya. The Argumentative Indian, Farrar, Strauss and Giroux, New York, 2005, Chapter 11.
- Sen, Amartya. Identity and Violence, Norton, New York, 2006
- Smillie, Ian and Minear, Larry, “A call for sensible disaster relief” Tufts E-News, 21 January 2005.
- Slim, Hugo “Idealism and Realism in Humanitarian Action”, Two talks given at the ACFID Humanitarian Forum, Canberra, 5 October 2005.
- UN Triennal Comprehensive Policy Review (TCPR). United Nations General Assembly Resolution on the Triennial comprehensive policy review of operational activities for development of the United Nations system, A/RES/59/250, New York, 17 August 2005.
- Zakaria, Fareed. The Future of Freedom: Illiberal Democracy at Home and Abroad, W.W. Norton & Co, New York, 2004.