Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyonlar Çerçevesinde Türkiye-Orta Asya Cumhuriyetleri Arasındaki İlişkiler

Yazarın Diğer Yazıları

Farklı Küreselleşme politikaları içinde (hareketsizlik, direnç, adaptasyon-yenilik, direnç-adaptasyon gibi), en etkili olan ve en yaygın kullanılanlardan biri ortak çıkarlar etrafındaki ülkelerle stratejik birlikler kurmaktır.

AB, İslami Birlik Örgütü, Asya Bankaları, İslami Bankalar gibi oluşumlar buna örnektir. Bu durumun uygulamadaki boyutu ise, farklı bölgesel ve küresel örgütlere katılma, çeşitli işbirliği anlaşmaları yapma şeklinde kendini göstermektedir. Türkiye’nin küresel sistemle entegrasyonuna AB dışında, farklı küresel ve bölgesel işbirlikleri de vardır. Bu işbirlikleri sayesinde küresel dinamiklerle uyum yanında, rekabet gücünü artırmak esas amaçtır.

Etkili bir küreselleşme politikasını sürdürme ve uluslararası rekabette başarı elde etmede bilimsel ve teknolojik üstünlük kadar, piyasaya yakınlık da önemlidir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye, coğrafi konumu itibariyle, özellikle Orta Asya’ya yakınlığından dolayı avantajlı durumdadır. Bunun için, uluslararası ilişkilerde yeni dönemin özellikleri dikkate alınarak, çok sayıda alternatif değerlendirilmeli, özellikle Avrupa Birliği, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ve Türk Cumhuriyetleri başta olmak üzere tüm gelişmelere açık ve hazırlıklı olunmalıdır. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Türkiye hem tarihi,dini, kültürel yakınlıklar hem de ekonomik zorunluluklar nedeniyle ekonomik ilişkilerini geliştirmek durumundadır. Türkiye ile Türk Cumhuriyetlerinin ekonomileri, üretim yapıları, ihracat potansiyelleri ve ithal etmek istedikleri maddeler bakımından kıyaslandığında birbirlerini tamamladıkları görülmektedir. Bu anlamda enerji hammaddeleri açısından zengin rezervlere sahip ve stratejik önemleri olan Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerin geliştirilmesi önemlidir. Türk cumhuriyetleri bugünkü üretim imkanları dikkate alındığında, büyük imkanlara sahip oldukları ham petrol, doğal gaz, endüstriyel hammaddeler yanında sınırlı sayıda sanayi ürünleri ihraç edebilecek durumdadırlar. İthal etmek ihtiyacında oldukları ürünler ise başta temel besin maddeleri olmak üzere genel olarak tüketim mallarıdır.

Bu çalışmada Türkiye ve Orta Asya Cumhuriyetlerinin küresel sisteme entegrasyonlarında izledikleri işbirliği stratejisi, bunun farklı boyutları ve başarı durumu sorgulanacak ve gelecekte alması muhtemel şekil, gelişme alternatifleri değerlendirilecektir.

Giriş:

Küreselleşme diğer alanlardaki etkileri yanında kamu yönetimi düşüncesi, yapısı, fonksiyonları ve iş yapma yöntemlerini de etkilemekte ve değişime zorlamaktadır. Bu değişim baskısı altında, kamunun yönetiminin rolü yeniden tanımlanırken, daha demokratik ve etkin olması yönündeki talepler de artmaktadır.

Küreselleşmenin kamu yönetimine etkileri literatürde farklı şekillerde ele alınarak incelenmiştir. Kamu yönetimi alanında yapılan çalışmalar daha çok küreselleşmenin ulus devlet, ulusal bağımsızlık, örgüt yapısı üzerindeki etkileri üzerinde yoğunlaşmışlardır.

Küreselleşme baskısı karşısında, ülkeler olumlu veya olumsuz farklı eğilimler sergilemekte, farklı küreselleşme politikaları izlemektedirler. Bu genel çerçeve içinde bu çalışmanın konusu, farklı küreselleşme stratejileri karşısında ülkemizde hakim küreselleşme politikasının ne olduğunu, özelliklerini incelemektir. Söz konusu analizde, Farazmand’ın küreselleşme politikaları konusundaki dörtlü sınıflamasından (hareketsizlik, direnç, adaptasyon-yenilik, direnç-adaptasyon) faydalanılmaktadır.

Bu amaca uygun olarak, çalışmada öncelikle genel olarak küreselleşme kavramı, küreselleşmenin nedenleri ve sonuçları üzerinde durulduktan sonra, küreselleşmenin kamu yönetimi için anlamı, kamu yönetiminde değişim ihtiyacını ortaya çıkaran faktörler ve kamu yönetimi sistemlerinin bunlara ne şekilde cevap verdiği, özellikle 1980 sonrası dönemde hakim olan Yeni Sağ ideoloji, ve Yeni Kamu Yönetimi anlayışlarının kamu yönetimi üzerindeki etkilerinden söz edilmektedir. Çalışmanın diğer bölümünde küreselleşme karşısında geliştirilen farklı politikalar ve bunların özellikleri incelenmektedir. Son bölümde ise bu politikalar içinde, Türkiye’deki kamu politikalarında hakim küreselleşme stratejisinin ne olduğu, hangi genel grup ile uyum gösterdiği, özellikleri, analiz edilmektedir. Bu analizde, küreselleşmenin kamu yönetimi üzerinde etkilerinin yoğun biçimde hissedilmeye başlandığı 1980 sonrası dönemden günümüze kadar kamu yönetimi alanında yaşanan dönüşümler, temel politika belgeleri ve ilgili yasal düzenlemelerden hareket edilerek incelenmektedir.

Ülkemizde küreselleşme karşısında kamu yönetimi alanında yapılan düzenlemeler incelendiğinde, iyimser bir tavırla küresel sisteme uyum sağlama çabalarının olduğu görülmektedir. 1980’ler sonrasında özelleştirme uygulamaları ile başlayan ve ardından düzenleyici kurulların ortaya çıkması ile devam eden bu süreçte kamu yönetiminde etkinlik ve verimliliği artırma amaçlı yönetsel reformlar yapılmıştır. 2000’li yıllardan günümüze kadar olan sürede ise küresel sistemin en önemli aktörlerinden biri olan AB’ne uyum, bu yönetsel reformların itici gücünü oluşturmaktadır. Çalışmada bu çabaların izlediği tarihsel seyir ve yapılan düzenlemelerden hareketle izlenen politikanın özellikleri üzerinde durulmaktadır.

1. Farklı Bakış Açıları Etrafında Nedenleri ve Sonuçları ile Küreselleşme

Çağımızı niteleyen en önemli kavram “değişim” dir. Feodalizm, köleliğin kaldırılması, Fransız İhtilali, sanayileşme ve kentleşme, çift kutuplu dünya siyasal sisteminin ortadan kalkması gibi büyük değişmeler tarihin çeşitli dönemlerinde varolmakla beraber ilk kez bu kadar hızlı ve kapsamlıdır. Bunlar içinde küreselleşme, etki alanı, hem olumlu hem de olumsuz sonuçları ile en büyük değişmelerden biri olarak kabul edilmektedir.

Yaygın olarak kullanılmasına rağmen küreselleşmenin tek bir tanımı yoktur. Farklı disiplinler, farklı bakış açıları ve amaçlarla kavramı tanımlamaktadır. Örneğin iktisatçılar ekonomik sınırların kalkması, serbest piyasa boyutu ile, siyaset bilimciler devlet yönetiminde merkezi hükümetler dışında başta sivil toplum örgütleri olmak üzere farklı aktörlerin ortaya çıkması ve demokrasi ile, işletmeciler ise “sınırsız dünya”da özel sektörün rolü ile ilişkilendirerek kavramı tanımlamaktadırlar (Farazmand, 2001: 442). Bu açıdan bakıldığında, küreselleşmenin politik, ideolojik, ekonomik, teknolojik, kültürel farklı boyutları olan bir bütün olduğu görülmektedir (Kettl, 2000: 490). Son on yıllarda ise küreselleşme, özelleştirme, ekonomik sınırlamaların azaltılması, refahın artırılması, kamu harcamalarının azaltılması, mali disiplinin sıkılaştırılması, sermayenin serbest dolaşımına imkan tanınması, vergi azaltımı gibi farklı boyutları olan “neoliberalizm” ile birlikte anılır hale gelmiştir (Jreisat, 2004: 1008).

Küreselleşmenin nedenleri/itici güçleri konusunda farklı, ancak bazı ortak noktalarda birleşen faktörler ileri sürülmektedir. Bunlardan en çok üzerinde durulan ise sermayenin küreselleşme talebidir . Bu yüzyılda, dünya ticaretinin serbestleşme eğilimine girmesiyle beraber, uluslararası ekonomik ilişkilerde korumacılık serbest ticaret ile yer değiştirmeye başlamış, kamu ekonomilerinin görev ve fonksiyonları bu bakış açısından yeniden tanımlanır olmuştur (DPT, 2000: 1). 20. yy. diğerlerinden ayıran bir başka önemli özellik, sayıları ve etkinlik alanları artan çok uluslu, küresel şirketlerin uluslararası sistemde ekonomik bir güç odağı olarak ortaya çıkmalarıdır (Tağraf, 2002: 38). Söz konusu eğilim, daha önceki dönemlerde de var olmasına rağmen bu yüzyıldaki gelişmeleri diğerlerinden farklı kılan, teknolojik ilerlemeler, küresel pazarlama stratejileri ve şirket yapılarının buna uygun olarak reorganizasyonu sayesinde sermayenin küresel dolaşım hızındaki artıştır (Kettl, 2000: 489; DPT, 2000: 1). Genel olarak, 1. Dünya Savaşı sonrasında hızlanmaya başlayan, 1970’li yıllar sonrasında hızını artırarak devam eden bir süreç olarak sermayenin küreselleşmesine yol açan nedenler; ortak sermaye birikiminin gücü, egemen devletler ve onların sivil, askeri bürokrasileri, iç baskılar, ekonomik gerileme ve insanların beklentilerindeki artış (eğitim ve kariyer olanaklarının artması, yeni yönetici elitlerin ortaya çıkması); yeni uluslararası örgütlerin ortaya çıkması veya varolanların (DB, IMF, WTO vb.) yeni roller üstlenmesi ve teknolojik yenilikler olarak sıralanabilir. Bunların yanında, küreselleşmeye neden olan diğer itici güçler, değişim isteğinin kaynakları; ekonomik sıkıntı ve mali baskıların yol açtığı bütçe açıkları, Yeni Sağ’ın devleti yeniden şekillendirme üzerinde duran ideolojik yönelimi, uluslararası bağımlılık, vatandaşın devlete bakışındaki olumsuzluk, Yeni Kamu Yönetimi (New Public Managament-NPM) gibi uluslararası yönetim akımlarının ortaya çıkması ve bunların muhafazakarlar ve kamu tercihi teorisyenleri tarafından popüler bir politika aracı olarak desteklenmesi, değişimi daha da kolaylaştıran enformasyon teknolojileri (Bevir ve diğerleri, 2003: 3), siyasaların yönlendiricisi olarak sivil toplum kuruluşlarının sayı ve birer baskı unsuru olarak önemlerinin giderek artmasıdır (Kettl, 2000: 491).

Küreselleşmeye neden olan bu faktörler, her ülkenin politik ve yönetim sistemlerini farklı şekillerde etkilemiş ve ülkeler bu küresel değişim baskısına farklı şekillerde cevap vermişlerdir. Küreselleşme karşısında ülkelerin geliştirdikleri bu farklı bakış açıları, dört gruba ayrılabilir (Farazmand, 2001: 439); iyimser bakış açısı, küreselleşme karşıtı bakış açısı, yayılmacı bakış açısı, derinlemesine bakış açısı. Küreselleşmenin olumlu yanları, faydaları üzerinde duran iyimser bakış açısına göre, küreselleşme, bağımsızlık, uyum, homojenlik, piyasa kuralları ile nitelenen “sınırsız dünya”yı ortaya çıkarmıştır. Küreselleşmeyi eleştiren, küreselleşme karşıtı bakış açısı ise küreselleşmenin ulusal ekonomiler, insani değerler, demokratik toplum değerleri, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler üzerindeki muhtemel olumsuz sonuçları (olumsuz ekonomik etkiler, işsizlik, finansal ve ekonomik krizler vb.) üzerinde durmaktadır. Bunlara göre dünya, yeni baronları, köleleri, ekonomik bağımlılık ve politik bağımsızlığın kaybı, toplumda zengin-fakir ayrımının daha da artması gibi sonuçları ile bir Orta Çağ-Küresel Monopolizasyon/tekelleşme dönemi yaşamaktadır. Üçüncü bakış açısı, küreselleşmenin yayılmasının kaçınılmaz olduğunu, küreselleşmenin yönetişim için güçlü ve önemli bir fonksiyona sahip olduğunu savunmaktadır. Dördüncü bakış açısı ise küreselleşme kavramını daha derinlemesine ele alarak incelemekte ve küresel şirketlerin faaliyetleri üzerinde yoğunlaşarak küreselleşmenin tüm dünyada özellikle de ulus devletler üzerinde çok önemli etkiler yaptığını, gelişmekte olan ülkelerin giderek daha fazla ABD, batı Avrupa ülkeleri gibi büyük ülkelere ekonomik ve teknolojik açıdan bağımlı hale geldiğini savunmaktadır.

Küreselleşmenin sonuçları da olumlu ve olumsuz bakış açıları ile değerlendirilmektedir. Küreselleşmenin olumlu sonuçları arasında iletişim araçları sayesinde fikirlerin küresel paylaşımının sağlanması, küresel koordinasyon; erişim kolaylığı, kapitalizmin yükselişi, yeni iş alanlarının ortaya çıkmasıyla istihdam artışı, para ve yatırımların kolaylıkla transferi, malların müşterinin bulunduğu yere kolaylıkla götürülmesi, iletişim teknolojilerindeki ilerleme sayesinde bilginin kolay, hızlı ve daha ucuz biçimde yayılmasının sağlanması (Jreisat, 2005: 235), yatırım, sermaye ve finansal hizmetlerim gelişmesi ve yayılması, serbest ticaret ve üretimin yayılması, diktatörlük rejimlerini sarsan bir demokratikleşme sürecini başlatması sayılmaktadır (Jabbra ve Dwivedi, 2004: 1104). Küreselleşmenin olumsuz sonuçları içinde ise zengin-fakir ayrımının daha da derinleşmesi, küreselleşmenin olumlu sonuçlarının her ülkeyi eşit şekilde etkilememesi (Bağçe, 1999: 13), küreselleşmenin etkin yönetim sistemlerine sahip olmayan bazı gelişmekte olan ülkelerin toplumsal yapıları için olumsuz sonuçlar doğurabilmesi, küreselleşme ve serbest ticaretin paranın serbest dolaşımını teşvik ederek küçük ülkelerin ekonomilerini olumsuz etkilemeleri ve spekülatörlerin kazançlı çıkması, küreselleşmenin büyük sanayileşmiş ülkelere, onların yeni pazar arayışlarına hizmet etmesi sayılmaktadır (Jreisat, 2005: 235).

1.2. Küreselleşmenin Kamu Yönetimi İçin Anlamı

Küreselleşme kavramının kamu yönetimi için ifade ettiği anlamlar, farklı şekilde ortaya konulmaktadır (Farazmand, 2001: 442); i) “Uluslararasılaşma-Internatinalizations” anlamında küreselleşme, uluslararası ticari, politik ve teknolojik ilişkilerin kıtalar arasında yayılmasını ifade eder. ii) “Sınırların aşılması“ anlamında küreselleşme, ulusların dünya ekonomik sistemine, serbest piyasasına açık olma durumunu, ticari sınırlamaların, ekonomide devlet korumalarının kalkmasını, küresel yönetim kültürünü ifade eder. iii) “Küresel sermeyenin sürekli artı değer dağıtım süreci olarak küreselleşme”, küreselleşmeyi bir fenomen olarak reddetmekle birlikte, küresel kapitalizmin değişen stratejisi, artı değerin dağıtımının sürekliliği olarak görür. iv) “İdeoloji olarak küreselleşme”; çoğulcu demokrasi, serbest teşebbüs, bireycilik, özgürlük gibi değerlere dayanan liberal kapitalist demokrasi tarafından desteklenen bir ideoloji olarak kabul edilmektedir. Bu ideolojik temel, tüm dünyada kapitalizmin ekonomik gücünü yönlendirmekte kullanılmaktadır. İdeoloji olarak küreselleşme, kurumlar ve kişilerin rolleri ve davranışları hakkındaki beklentileri ifade etmektedir (Kettl, 2000: 490). v) “Kapitalizmin 20.yy sonlarındaki fenomeni olarak küreselleşme”; sermayenin artı değer dağıtımının araştırılmasında kapitalizm-küreselleşme arasındaki etki-tepki ilişkilerini ele almaktadır.

Ülkeler arasında giderek artan karşılıklı bağımlılık, piyasa güçleri, iletişim ve teknoloji alanında yaşanan büyük ilerlemeler, kültürel dönüşümler gibi her tür değişim kamu yönetimleri için farklı çerçeveler sunmaktadır. Tüm bunlar aynı zamanda geleneksel yönetim sistemini değişime zorlayan yeni ihtiyaçlar, talepler de doğurmaktadır. Değişim ihtiyacının ortaya çıktığı başlıca alanlar/konular şunlardır; devletler arasında artan müzakere ihtiyacı (artan iletişim, teknoloji olanakları sayesinde finansal, politik, sosyal, kültürel anlamda devletlerin birbirleri ile kaynaşması, bölgesel entegrasyonların artması, ulusal hükümetler ve uluslararası kurumların eskiye göre çok daha fazla oranda çok taraflı müzakereler sayesinde kararlara katılmaları), bürokrasi karşısında değişen bakış açısı (özel sektör işletme anlayışının kamu yönetimine yerleştirilmeye çalışılması), performans kültürü, etik değerlere sahip liderlik anlayışı, e-devlet, yeni küresel gerçekliğe cevap verebilmek için daha etkili bir karşılaştırmalı perspektif geliştirme ihtiyacı (Jreisat, 2004: 1013). Küreselleşme yeni arz ve talepler ortaya çıkararak, kamu yönetiminin özellikle yönetim boyutunu etkilemektedir. Kamu yönetiminin küresel sisteme uyumunda kamu örgütleri kadar kamu yöneticilerinin de değişen koşullara uyumu önem taşımaktadır. Bu anlamda kamu yöneticileri gereken bilgi ve teknik altyapıyı edinerek kendilerini küresel sisteme adapte etmeye çalışmak, yönetsel, iletişim ve müzakere yeteneklerini geliştirmek, sorumluluk ve hesap verebilirliklerini artırmak, yönetimde şeffaflık, etik değerler, e-devlet uygulamaları gibi karmaşık yeni teknolojileri kullanabilir olmak durumundadırlar (Jreisat, 2004: 1007). Küreselleşmenin en çok tartışılan etkilerinden biri de ulusal egemenlik üzerinde ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme, devletin ulusal egemenliğini tehdit etmektedir. Bu anlamda küreselleşme devlet yönetimini küçük birimlere ayırmakta, bunları yetkilendirmekte ve belirlenen bu egemenlik alanlarında devleti sınırlandırmaktadır. Devletin ve birimlerinin istenen yönde hareketini sağlamada özellikle IMF, DB gibi kurumlardan kurumsal araçlar olarak faydalanılmaktadır.

Küresel değişim talepleri karşısında kamu yönetimi, kendi esas rollerini, sorumluluk alanlarını yeniden düzenleme zorunluluğu ile karşı karşıya kalmıştır. Bu düzenlemelerin başlıcaları; teknolojik altyapının ve insan sermayesinin güçlendirilmesi, piyasaların düzenlenmesi ve rekabeti artırıcı düzenlemelerin yapılması, bölüşüm ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi (DPT, 2000: 6), kamu politika alanlarının elektronikle uyumlu hale getirilmesi, yeni teknolojilerin kullanılması, gerekli yönetsel liderlik düzenlemelerinin yapılması, yönetsel kapasitesinin rekabete dayalı olarak artırılmasıdır (Jresiat, 2004: 1012). Değişim ihtiyacını karşılama araçları ise kamu reformları olmuştur. 1980’lerden beri bu yönde yapılan kamu reformları, aynı dönemde hakim olmaya başlayan Yeni Sağ ideolojiyle birlikte İngiltere’nin ardından pek çok gelişmekte olan ülkede de yapısal uyum politikaları ile uygulanmaya ve küresel bir yönetim anlayışı olarak kabul görmeye başlamıştır (Güler, 1997: 62). Ekonomik, sosyal, siyasal ve yönetsel boyutları ile kapsamlı bir dönüşümü simgeleyen Yeni Sağ, en genel ifadesi ile kamu yönetiminin faaliyet alanının, ekonomik içerikli olanlarından başlayarak daraltılmasını ve daraltılan bu alanda kamu örgütlerinin özel işletmecilik anlayışıyla veya tamamen özel sektör tarafından işletilmesini ifade eder (Aksoy, 1998: 11). Liberal, muhafazakar ve kamu tercihi kuramlarına dayanan Yeni Sağ, olabildiğince özgür bir piyasa ekonomisine, sosyo-ekonomik işlevleri daraltılmış ancak yasa ve düzen işlevi ön plana çıkarılmış bir devlet anlayışı üzerine inşa edilmiştir (Şaylan, 2000: 13). Bu süreçte devlet, mali kapasitesi, teknolojisi, politikaları ile küresel piyasaların taleplerine uyum sağlayamamakla eleştirilmiş, ekonomik ve sosyal hayattaki rolü ve ağırlığı tartışma konusu haline gelmiştir (Ömürgönülşen, 2003: 3). Bu eleştiriler karşısında ise özel sektörün ticari piyasa kültürünün kamu yönetimine yerleştirilmesi ve bununla bağlantılı olarak, geleneksel, kural ve otorite temeline dayanan kamu yönetimi süreçlerinin piyasa temelli, rekabet temelli tekniklerle yer değiştirmesi önerilmektedir (Lynn, 2001: 193). Bu eğilimler sonucunda kamu yönetimi alanındaki değişim, “kamu hizmeti sunan devletten” ten “işletmeci devlet” doğru olmuştur.

Kamu yönetiminde işletmecilik yaklaşımı, ifadesini 1980’li yıllarla beraber yükselen Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı (YKY) ile bulmaktadır. Bu anlayışta, politikadan çok yönetim, performans değerlendirme ve etkinlik, kamu hizmetini alanların memnuniyeti, rekabetçilik, maliyet azaltımı ilkeleri hakimdir (Bevir ve diğerleri, 2003: 2). Kamu yönetiminin klasik işleyiş tarzının işletme mantığına göre yeniden düzenlendiği bu sistemin temelinde devletin sorumluluklarının ve fonksiyonlarının farklı birimlere dağıtılması, sonuçlar ve çıktılar üzerinde odaklanılması, kamu hizmetinin alternatif şekilde üretim yollarının araştırılması vardır (Bardoville, 2000: 83). Bu esaslar çerçevesinde kamu yönetiminin daha az bürokratik, maliyet-bilinçli, piyasa yönelimli ve müşteri odaklı olması beklenmektedir (Ömürgönülşen, 2003: 4). YKY’ne göre küçülen devletin başlıca rolleri (Bilgiç, 2003: 33); bizzat üretici olmak yerine hizmet üreten kuruluşlara altyapı hazırlamak, rekabet ortamı sunmak, vatandaşın bürokrasiyi denetlemesine imkan veren altyapıyı oluşturmak, performans ölçümünde girdilerden çok çıktılar üzerinde odaklanmak, vatandaşları kamu hizmetinin müşterileri olarak görmek, sorunları ortaya çıkmadan önce çözmek, katılım, desantralizasyon, piyasa mekanizmasını teşvik etmek, kamu hizmetlerinin sağlanmasında tekelcilikten ziyade özel sektör ve sivil toplum örgütleri ile sorumluluk paylaşımıdır.

1.3. Küreselleşme Karşısında Farklı Politikalar

Küreselleşme karşısında kamu yönetimi sistemlerinin ortaya koyduğu tavır, geliştirdikleri politikalar dört grup altında toplanabilir (Farazmand, 2001: 451); hareketsizlik politikası, direnç politikası; adaptasyon-yenilik politikası; dirençle adaptasyon ikili politikası.

Hareketsizlik politikası küreselleşme ve etkileri karşısında hiçbirşey yapmamayı ifade eder. Bu, gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere çoğu ülke için maliyetleri çok ağır olan bir strateji olarak kabul edilmektedir. Şöyle ki, sermayenin sınırsız dolaşımına imkan veren küreselleşme karşısında eğer gelişmekte olan ülkelerin sınırları birden açılırsa, herhangi bir sınırlama olmaması durumunda bu ülkelerin çevre, ekonomi, istihdam kaynaklarının gelişmiş ülkeler tarafından aşırı şekilde kullanılması sorunu doğabilecek, ulusal ekonominin tahribatı gündeme gelebilecektir.

Ülkelerin küreselleşme karşısında benimseyebilecekleri ikinci strateji, yaygın ve yürürlükte olan küreselleşme ve onun olumsuz etkilerine karşı direnç politikasıdır. Bu tercih bazı ülkelere göre en istenilir olan olmakla birlikte, uygulanması en güç olandır. Söz konusu politikanın başlıca koşulları, ulusal egemenliği savunmak, ulusal ekonomiyi, işgücünü, doğal kaynakları ve çevreyi korumak ve iddialı bir yönetim kapasitesine sahip olmaktır. Bu tercihin uygulamada kazandığı görünüm, dünya şirketlerine, onları destekleyen devletlere karşı çıkmaktır. Bu politika, yerli sanayilerin ve tarımsal ürünlerin korunmasını ve teşvik edilmesini, ulusal kültürün, eğitim sisteminin küresel müdahaleler karşısında korunmasını, küresel yatırımlara, finansal operasyonlara, WTO, WB, IMF gibi uluslar üstü kurumların kural ve uygulamalarına karşı bir tavır sergilenmesini ifade eder.

Adaptasyon-yenilik politikası; devletlerin yaptıkları yönetsel yenilikler (reformlar, değişiklik ve düzenlemeler vb.) yoluyla ulusal politik, ekonomik, askeri, sosyal faaliyetlerini ulusal ve uluslararası küresel sisteme uygun hale getirmelerini ifade eder. Bu politikada adaptasyon, potansiyel güçlüklerin tanınması, dışarıdan gelen güçlüklerin belirlenmesi ve bunların ulusal ekonomilerin faydasına olacak şekilde dönüştürülmesini ifade eder. Bu politikanın en görünür boyutu ise, “subsidiarity-yerellik” dir. Buna göre yerellik, ekonomik ve kültürel faaliyetlerde iç bağımsızlığın bozulması, onun yerini küresel aktörlerin almasını anlatır. Adaptasyon politikasının uygulanmasında yaygın strateji, ortak çıkarlara sahip ülkelerin kendi aralarında işbirlikleri kurmalarıdır (EU, İslami İşbirliği Örgütü, Asya Bankaları gibi). Burada kilit nokta, küresel değişime adapte olurken, ulusal, kültürel ve ekonomik kimliklerin de korunmasıdır. Adaptasyon stratejisindeki değişim, yukarıdan aşağıya (uygulanacak değişim stratejisine üst yönetimin karar vermesi) veya aşağıdan yukarıya (değişim isteğinin halktan gelmesi) bir strateji ile gerçekleştirilebilir.

Direnç-adaptasyon ikili politikasında adaptasyon, yapı, süreç ve değerler sisteminin küreselleşmenin taleplerine cevap verebilmek için bir araya getirilmesi gerektiğini ifade eder. Ancak direnç, yine de bir gerekli ön koşuldur. Bu politikanın gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde uygulanması ile kamu yönetiminin ulusal, bölgesel, küresel olarak fayda sağlayabileceği düşünülmektedir.

1.4. Küreselleşme Karşısında Türk Kamu Yönetimi

Küreselleşmenin neden olduğu büyük değişim, gelişmiş veya gelişmekte olsun tüm ülkeler gibi Türkiye’yi de etkilemektedir. Özellikle 1980 sonrasında Türkiye gündeminde küreselleşme konusu, artan bir ilgiyle yer almaya başlamıştır. Küreselleşmenin ekonomik, kültürel, politik sonuçları yaşamın her alanında, özel ve kamu sektörü üzerinde de etkili olmaya başlamış ve diğer ülkelerde olduğu şekilde kamu yönetiminde değişim talepleri bu yıllardan itibaren daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştır. Bu talepler ve değişen dünya düzenine ayak uydurabilme ihtiyacı kamu reformları ile giderilmeye çalışılmıştır.

Çalışmanın bu bölümünde, küreselleşmenin Türk kamu yönetimi üzerindeki etkileri ve sistemin bunlara ne şekilde cevap verdiği, ne tür bir politika geliştirdiği, ne tür uygulamalar yaptığı değerlendirilecektir. Bu değerlendirme yapılırken dayanak noktaları; temel politika belgeleri olarak kalkınma planları, ilgili yasal düzenlemeler ve özellikle son dönemde kamu reform paketinde yer alan düzenlemeler ve bunların uygulamaya yansıyan boyutlarıdır. Temel politika belgeleri olarak beş yıllık kalkınma planları incelendiğinde görülmektedir ki, genel olarak, devlet politikası anlamında küreselleşme karşısında iyimser bir tavır sergilenmektedir. Şöyle ki 1980’leri takip eden süreçte dünyada meydana gelen gelişmeler, küreselleşme ve bunun önemi kavranmış ve her planın temel hedefleri içinde yerini almıştır.

Özellikle 1990 sonrası süreçte hazırlanmış olan planlarda (7, 8 ve 9. kalkınma planlarında) “Küreselleşme” nin hem kavram olarak kullanımı, hem de genel politika hedefleri içinde üzerinde en çok durulan kavramlardan biri olduğu; olumlu bir bakış açısıyla ele alınarak, avantajlarından yararlanmanın, küresel sisteme entegrasyonun planın genel amaçlarından biri olarak ortaya konulduğu görülmektedir. Örneğin 5. BYKP’nın hedeflerinden biri (Küreselleşme ifadesi yer almamakla beraber) ekonominin dışa açılma politikası ile uyumlu olacak şekilde AET ile ilişkilerin yeniden düzenlenmesi; 7. BYKP’nın hedefi “Küreselleşmenin avantajlarından en üst düzeyde yararlanarak, çağı yakalamak ve ülkemizin gelişmiş dünya ülkeleri arasında seçkin yerini alması” olarak belirtilmektedir. 2007-2013 yıllarını kapsayan 9. BYKP’nında da küreselleşme karşısındaki bu tavrın devam ettiği görülmektedir. Planın kapsadığı dönem, “….küreselleşmenin her alanda etkili olduğu, bireyler, kurumlar ve uluslar için fırsatların ve risklerin arttığı bir dönem…” olarak tanımlanmakta ve planın vizyonu “İstikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen, AB’ye üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye” olarak ortaya konulmaktadır. Bu vizyona ulaşırken, devletin ekonomideki rolünün yeniden tanımlanması, temel işlevleri arasında piyasaların daha düzgün işleyen bir yapıya kavuşmasının sağlanması ve bunun için gereken kurumsal ve yapısal düzenlemelerin yapılması, kamu hizmetinin etkinlik ve verimliliğinin artırılması stratejik amaçlar olarak belirtilmektedir.

Küreselleşme karşısındaki bu iyimser politika, daha detaylı olarak incelendiğinde, Farazmand’ın (2001: 451) yaptığı dörtlü sınıflama içinden adaptaston ve yenilik politikası ile uyumlu özellikler gösterdiği görülmektedir. Buna göre, küreselleşmeye karşı ılımlı, benimseyici bir tavır vardır; yapılan yönetsel reformlarla kamu yönetimi, küresel sistemle uyumlu, onun taleplerine cevap verebilir bir hale getirilmeye çalışılmaktadır. İç ve dış sistemden kaynaklanan risk ve fırsatlar belirlenerek buna göre bir tavır ortaya konulmakta, yeni stratejik ortaklıklar, işbirlikleri ile küresel sisteme uyum için gerekenler yapılmaktadır. Yine buna uygun olarak, küreselleşme politikasının yukarıdan aşağıya bir yaklaşımla, üst yönetimin planları ile hayata geçirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Çalışmanın devam eden bölümünde Farazmand’ın bu politika için ortaya koyduğu özellikler açısından Türkiye’nin küreselleşme politikası değerlendirilecektir. Söz konusu değerlendirme, iki boyut etrafında yapılmaktadır; küresel sisteme uyum amacıyla yapılan yönetsel reformlar ve küresel işbirlikleri içinde yer alma.

2. Dış ve İç Çevreden Kaynaklanan Potansiyel Güçlüklerin ve Fırsatların Değerlendirilmesi ve Ortak Çıkarlara Sahip Ülkelerle Stratejik Birlikler

Yenilik-adaptasyon politikasında adaptasyonun anlamı, dış ve iç çevreden kaynaklanan potansiyel güçlüklerin ve fırsatların değerlendirilmesi ve bunların ulusal ekonominin faydasına olacak şekilde dönüştürülmesidir. Bu dönemde de bilindiği gibi kamu mali yönetiminde meydana gelen krizler, kamu yönetiminin hantal yapısı, verimsizlik ve etkinsizlik, insan kaynakları yönetiminde yozlaşma, artan yolsuzluklar ve kötü yönetim uygulamaları, yönetime katılım araçlarının azlığı gibi şikayetler yerini korumaktadır. Kalkınma planları başta olmak üzere temel politika belgelerinde kamu yönetiminin değiştirilmesi yönünde iç ve dış unsurlardan söz edilmektedir. Bu dönem kalkınma planlarının hemen hepsinde, özellikle mevcut durum tespiti yapılırken, bu fırsat ve güçlüklerin ortaya konulduğu ve plan hedefleri arasında fırsatlardan en yüksek seviyede faydalanmanın hedeflendiği görülmektedir. Güçlüklerin başında, makro istikrarın sağlanamamış olması, kronik enflasyonun neden olduğu dalgalı ekonomik büyüme, kaynak kullanımı ve gelir dağılımında dengesizlikler sayılırken, fırsatlar ise, Türkiye’nin dışa açılması, mal piyasalarının ve mali kesimin serbestleşmesi, özel girişimciliğin güçlenmesi, fiziksel altyapıların geliştirilmesi, eğitim kapasitesinin artırılması konusunda atılan ciddi adımlar belirtilmektedir (DPT. 2001: 5). Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı’nın gerekçe kısmında da değişim ihtiyacını doğuran bu iç baskılar stratejik açık, bütçe açığı, performans açığı ve güven açığı şeklinde ortaya konulmaktadır.

Adaptasyonda ikinci önemli strateji, ortak çıkarlar etrafındaki ülkelerle stratejik birlikler kurmaktır. AB, İslami Birlik Örgütü, Asya Bankaları, İslami Bankalar gibi oluşumlar buna örnek olabilir. Bu durumun uygulamadaki boyutu ise farklı bölgesel ve küresel örgütlere katılma, çeşitli işbirliği anlaşmaları yapma şeklinde kendini göstermektedir. Ülkemiz açısından adaptasyon stratejisinin en görülür yanlarından biri bu noktada ortaya çıkmaktadır. 1980 sonrası dönemde izlenmeye başlanan dışa açılma politikası, bu alanda pek çok gelişmenin önünü açtığı gibi, son dönemde gelinen nokta AB’ye uyum sürecidir. AB’ye uyum süreci özellikle 1990’lı yıllardan itibaren kamu yönetimi alanında yapılan reformların temelinde de yer almaktadır.

Kalkınma Planlarına bu açıdan bakıldığında, 7. BYKP’nında da ekonomik ve siyasal anlamda küreselleşmeye doğru gidildiğinden söz edilmekte; 8. BYKP’nında da söz konusu planın hazırlanmasında küreselleşme ve bunun çeşitli sektörler üzerindeki etkisinden bahsedilmekte ve ardından “Türkiye’nin sosyal yapısının güçlendirilmesi, istikrar ortamının sağlanması, yapısal reformların tamamlanması ve bilgi toplumunun gerektirdiği temel dönüşümlerin gerçekleştirilmesi, küreselleşme sürecinin ortaya çıkardığı olanaklardan en yüksek oranda yararlanılabilmesinin ve olumsuzlukları en düşük düzeyde tutabilmenin yanında ülkemizin geleceğe hazırlanmasında ve dünyada daha etkili bir konuma gelmesinde kilit rol oynayacaktır” denilmektedir. 8. BYKP’nın esas amacı, AB’nin öne sürdüğü koşulları karşılamak için gereken tam demokratik yönetim şeklini yerleştirmek olarak ifade edilmekte ve planda AB ile ilişkiler ayrı bir başlık altında ele alınarak değerlendirilmektedir. Bu durum planda “Türkiye’nin AB’ne tam üyelik süreci içinde olması, uluslararası norm ve standartlara uyum ve bilgi toplumunun gerektirdiği koşulları yerine getirme önünde önemli bir fırsat oluşturmaktadır” ifadesiyle yer almakta ve küreselleşme hareketinde AB’nin önemli bir referans noktası olduğu dile getirilmektedir. Planda ayrıca 1980’lerde başlatılan devletin piyasalardan elini çekme anlayışının devam ettiği görülmektedir. Buna göre, “devlet, özelleştirme yoluyla üretim alanından çekilerek asli işlevine ağırlık vermeli, rekabetçi piyasa düzenini sağlama işlevini, dünyadaki dönüşümleri dikkate alarak yerine getirmesi için gerekli düzenlemeleri sürdürmelidir” denilmekte, ülkenin küresel ve bölgesel işbirliklerini devam ettirmesinin önemi üzerinde durulmaktadır. Bu amaçla Anayasa 6 kez değiştirilmiş ve kamu yönetimi ile ilgili pek çok alanda ve insan hakları konularında, yönetim şeklinde önemli değişiklikler yapılmıştır.

Türkiye küresel sistemle entegrasyonuna AB dışında, farklı küresel ve bölgesel işbirlikleri içinde de yer almaktadır. Bu işbirliklerinde küresel dinamiklerle uyum yanında, rekabet gücünü artırmak esas amaçtır. Bu amaçla Türkiye, Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) nin kurulmasında öncü rol üstlenmiş, Türk Cumhuriyetleri, İslam Ülkeleri (İslam Konferansı Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi-İSADAK); Pakistan, İran ve bazı Orta Asya Cumhuriyetleri ile (Ekonomik İşbirliği Teşkilatı-EKİT) ile ekonomik ve sosyal ilişkilerin güçlendirilmesi yönünde çalışmalara devam etmektedir (DPT, 1995:129).

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türkiye ile Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkiler daha önemli hale gelmiştir. Bu ilişkilerin geliştirilmesi, Türkiye’nin Rusya karşısında sağlayacağı üstünlükler ile bölgede ülkenin dış politikadaki konumu açısından önemli etkilere sahip olabilmesi fırsatını verebilecektir.

Söz konusu bu ülkelere bakıldığında dini, tarihi ve kültürel bağlılık yanında, ekonomik ve stratejik anlamda da önemli bağlar kurulmasına uygun olduğu anlaşılmaktadır. Bu ülkeler özellikle doğal kaynaklar açısından (petrol, doğalgaz, krom, çinko, kömür, uranyum, altın, demir, su vb).

Bu ülkelerle ilişkilerin geliştirilmeye başladığı yıllar, 1991 sonrasına, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonraki döneme denk düşmektedir.Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Cumhuriyetleri’nin sahip oldukları, petrol ve doğal gaz kaynakları tüm devletlerin dikkatini bu yöne çekmiş ve bu kaynakların Avrasya anakarasından ihraç edileceği güzergahları kontrol etme çabası Soğuk Savaş sonrası siyasetin temel konularından birisi haline gelmiştir. Günümüzde evrensel ekonominin itici gücü haline gelen enerjiye olan ihtiyaç ve bu ihtiyacın uzun vadede daha da büyük boyutlara ulaşacağı göz önünde bulundurulursa, bölgeye olan büyük ilginin nedeni de anlaşılmış olur. Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi’nin Aralık 2001 tarihli raporuna göre, Hazar Bölgesi’nin doğal gaz ve petrol rezerv miktarları 16 ila 32.5 milyar varildir. Doğal gaz rezervlerine bakacak olursak, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan doğal gaz zengini en önemli 20 ülke arasında yer almaktadır. Dünyanın en büyük üçüncü doğal gaz rezervine sahip olan Türkmenistan, 9723 milyon m3, Özbekistan 56001 milyon m3 doğal gaz üretimiyle doğal gaz zengini ülkelerdir . Bu koşullar altında, “gelecek yüzyılda Hazar Denizi ve ona komşu bölgelerin Asya ve Avrupa’ya petrol ve doğal gaz veren en büyük tedarikçiler haline geleceği iddia edilebilir. Bölgenin sahip olduğu yer altı kaynaklarına dünya devletleri acilen ihtiyaç duymaktadır.

Türkiye ile Türk Cumhuriyetlerinin ekonomilerinin, üretim yapıları, ihracat potansiyelleri ve ithal etmek istedikleri maddeler bakımından karşılaştırıldıklarında birbirlerini tamamladıkları görülmektedir. Ticari ilişkilerin yanında teknolojik işbirliği konusunda da Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında büyük bir işbirliği potansiyeli bulunmaktadır. Sözkonusu ilişkilerin geliştirilmesi, büyük piyasaların sağladığı avantajlardan yaralanmak, her iki tarafın da ekonomik yapılarının üzerinde olumlu etki yapacaktır.

Türkiye, 1992-1997 döneminde yaklaşık 1,8 milyar dolarlık dış yardım ve kredi desteği sağlamış olup, bu yardımların yaklaşık %88’i yani 1,6 milyar doları Türk Cumhuriyetlerine tahsis edilmiştir.

1980-1990 döneminde daha çok Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinden iş alan Türk müteahhitleri 1990’lı yıllardan sonra daha çok, eski Sovyetler Birliği (SB) ülkelerine yönelmişlerdir. Nitekim 1990-1997 döneminde Türk müteahhitlerinin yurt dışından üstlendikleri iş miktarı 13,6 milyar dolar olup, bu miktarın 9,4 milyar doları eski SB ülkelerinden olmuştur.

Eğitim alanında büyük bir işbirliğine gidilmiş ve Türk devlet ve topluluklarından yaklaşık 10 bin öğrenci Türkiye’de eğitime alınmıştır. Bu sayıda öğrencinin, eğitim, barınma ve burslarının tahsisi, Türkiye tarafından üstlenilmiştir. Bu teşebbüsün Türkiye’ye yıllık maliyeti yaklaşık 100 milyon dolardır. Türk dünyasında 156 özel ve 12 resmi Türk okulu bulunmakta ve bunlarda yaklaşık 28 bin öğrenci eğitim almaktadır.

Sonuç ve Öneriler:

Adaptasyon ve yenilik politikasına uygun olarak küresel sisteme uyum sağlarken, iç ve dış tehdit ve fırsatların değerlendirilmesi, stratejik bir anlayışla küreselleşme olgusuna yaklaşılması, sürecin başarısı üzerinde önemli olacaktır. Bu açıdan coğrafi konumunun sağladığı kolaylıklar ve piyasalara yakınlık, ülkenin genç nüfus yapısı bu stratejide avantaj yaratan unsurlardır. Diğer taraftan kamu yönetimi sisteminin geleneksel bürokratik yapısı her tür değişim önünde yapısal bir engel teşkil etmektedir. Süregelen reformlar ile bu engeller kısmen aşılabilse de, halen bir risk unsuru olarak varlıklarını devam ettirmektedirler.

Hedef, küreselleşme sürecinde aktif bir politika izleyerek bu süreci etkilemenin yolları araştırılmak olmalıdır. Bu anlamda, uluslararası rekabette bilimsel ve teknolojik üstünlüğün geliştirilmesi, uluslararası ilişkilerde yeni dönemin özelliklerinin ve sunduğu alternatiflerin dikkatlice değerlendirilmesi; özellikle Avrupa Birliği, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Türk Cumhuriyetleri ve Ortadoğu başta olmak üzere stratejik işbirliklerini güçlendirmek ve tüm gelişmelere açık ve hazırlıklı olmak gerekmektedir.

Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye arasında mevcut işbirliklerinin geliştirilmesi uzun vadede hem Türkiye’nin hem de Türk Cumhuriyetlerinin Orda Doğu karşısında daha da güçlü biz pozisyona ulaşmalarına imkan verebilecektir. Bu işbirliğinin sonucunda özellikle petrol ve doğalgazla ilgili olarak elde edilecek olan avantajlar, Türkiye’nin Ortadoğu petrol ve doğalgazına olan bağımlılığını azaltabilecektir. Diğer yandan söz konusu işbirliği Türkiye’nin petrol taşımacılığı politikalarında Rusya Federasyonu karşısında daha istikrarlı bir politika izlemesinin de yolunu açacaktır.

Prof. Dr. Fatma Neval GENÇ – Doç. Dr. Mürteza HASANOĞLU

KAYNAKÇA:

  1. BARDOVİLLE, Nand C. (2000) “The Transformation of Governance Paradigms and Modalities: Insight Into the Marketization of The Public Service In Response to Globalization”, The Round Table, 350, 81-106.
  2. BEVIR, Mark, R.A. W. RHODES, PATRIC WELLER (2003), “Traditions of Governance: Interpreting The Role of The Public Sector”, Public Administration Vol 81, No: 1: 1-17.
  3. BİLGİÇ, Veysel (2003) “Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı”, Kamu Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar, (Ed. Asım Balcı ve diğerleri), Ankara: Seçkin Yayınevi, 25-38.
  4. DPT (1995a) Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyonlar (AT, NAFTA, PASIFIC) ve Türkiye (AT, EFTA, KEİ,Türk Cumhuriyetleri, EKİT, İslam Ülkeleri) İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Kitap 1.
  5. DPT Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1985-1989)
  6. DPT Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı (1990-1994)
  7. DPT Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000)
  8. DPT Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2006)
  9. DPT (2000) Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Küreselleşme Özel İhtisas Komisyonu Raporu
  10. DPT Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013)
  11. GÜLER, Birgül Ayman (1996), Yeni Sağ ve Devletin Değişimi, TODAİE Yayını, Ankara
  12. .—————————-(1997) Küreselleşme ve Yerelleşme”, Çağdaş Yerel Yönetimler, Cilt 6, Sayı 3: 62-77.
  13. FARAZMAND, Alı (2001) “Globalization, The State and Public Administration: A Theorical Analysis with, Policy Implications for Developmental States”, Public Organization Review. A Global Journal 1: 437-463.
  14. JREISAT, Jamil E. (2005), “Cooperative Public Administration Is Back In, Prudently”, Public Administration Review, March/April 2005, Vol 65, No: 2, 231-242.
  15. —————————(2004), “Governance In a Globalizing World”, International Journal of Public Administration, Vol 27, no: 13-14, 1003-1029
  16. KETTL, Donald F. (2000) “The Transformation of Governance. Globalization, Devolution, and The Role of Government”, Public Administration Review, November / December 2000, Vol 60, No: 6, 488-497.
  17. LYNN, Laurance, E (2001), “Globalization and Administrative Reform: What is Happening in Theory”, Public Management Review, Vol 3, Iss. 2, 191-208.
  18. ÖMÜRGÖNÜLŞEN, Uğur (2003) “Kamu Sektörünün Yönetimi Sorununa Yeni Bir Yaklaşım: Yeni Kamu İşletmeciliği”, Çağdaş Kamu Yönetimi I, (Ed. M. Acar, H. Özgür), Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 3-43.
  19. ÖMÜRGÖNÜLŞEN, Uğur ve M. K. ÖKTEM (2004) “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Yönetsel Uyumu: Yönetsel Sorun Alanları, Uyum Kriterleri ve Uyum Çabaları”, Çağdaş Kamu Yönetimi II, (Ed. M. Acar, H. Özgür), Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 33-65.
  20. ŞAYLAN, Gencay (2000) “Kamu Yönetimi Disiplininde Bunalım ve Yeni Açılımlar Üzerine Düşünceler”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 33, Sayı 2, 1-22.
  21. TAĞRAF, Hasan (2002), “Küreselleşme Süreci ve Çok Uluslu İşletmelerin Küreselleşme Sürecine Etkisi”, C.Ü. İİBF Dergisi,Cilt 3, Sayı 2, 33-47.
  22. http://www.jeopolitik.org/demirag-5-1.asp (30.03.2007)

Benzer Yazılar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu alana reklam vermek için tıklayın.

Kategorinin Çok Okunanları